1Q84-Haruki Murakami




1Q84 kitabıyla instagram sayesinde tanıştım. Severek takip ettiğim profiller bu 1256 sayfalık kitabın fotoğraflarıyla doluydu ve herkes beğenerek okuduğunu söylüyordu. Haliyle ben de çok merak ettim ve sipariş vermek için hemen internetin başına geçtim, ama o da ne? Kitap yok! Bende de bekleyecek sabır yok, ne yapsam ne yapsam derken pat diye kütüphanede karşıma çıktı ve bende hemen ödünç alıp okumaya başladım. Bayramdı, tatildi, misafirdi derken bu canım kitabı bir ayda ancak okuyabildim, tabi aynı zamanda başka kitaplar da okudum.

2016'da Neler Okudum?

Merhaba,
Bu sene okuma konusunda bir öncekine göre daha başarılıydım. Hamilelikte bol bol okuma fırsatı bulacağımı düşünmüştüm ama kitap görmek bile midemin bulanmasına sebep olduğu için neredeyse hiç kitap okuyamamıştım. Efe doğduktan kısa bir süre sonra yükselmeye başlamıştı okuma hızım ta ki ayaklanıp peşinden ayrılamama durumuna gelene kadar. Artık sadece o uyuduğu zaman okuyabiliyorum. Yani gün içinde 1 saat, öğle uykusundayken, o da şanslıysam, çünkü bazen yarım saat uyuyor, ve de acil yapılacak bir iş yoksa. Bir de akşamları uyuduktan sonra, tabi o zaman da halim kalırsa.

Yeniden Merhaba

Şu uğursuz senenin sonuna yaklaşmışken sizlere yeniden merhaba demek istedim. Altı ay olmuş yazmayalı. Bu süre içinde merak eden arkadaşlarım oldu, geri dönemedim, kusuruma bakmayın artık.

YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!

Teklif Yayınlama Rehberi! Teklif Detayları YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı!Boomads YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı! Katılımcı Sayısı :41 Kazançlar :9 TL Yayıncı :TEB Kalan Süre :0g 17s 12d Katılım BekleniyorOnay BekleniyorYayın Aşaması Teklif Yayınlama Adımları 1 Başlığı Kopyalayın Önemli Not YOLO Dünyası için Geri Sayım Başladı! 2 Teklif İçeriğini ve Takip Kodunu Kopyalayın Önemli Not

haydar-colakoglu-yolo-uygulama

Ulaşımda En Pratik Yol O!  sloganı ile yola çıkan ve Uber’in karşılaştığı en güçlü rakip olan girişim YOLO için geri sayım başladı. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de yoğun ilgi gören şehir içi, konfor ve kaliteyi birleştiren yolculuklar sağlayan platformlara bir yenisi daha ekleniyor. Kısa süre içinde hayatımızda farklı bir yer edinmeyi hedefleyen girişimin adı YOLO.

YOLO, şehir içinde lüks segment araçlar ile şehir içi VIP taşımacılık hizmeti veren ve sektöre çok iddialı girerek diğer rakiplerine nazaran çok farklı iş modeli ve kazanç vaat eden bir mobil uygulama. Dünyada Uber modeli olarak bilinen mobil uygulamanın Türkiye versiyonu olarak planlanmış olan YOLO, uzun süren Ar-Ge çalışmaları sonucunda ortaya çıkmış.

YOLO’yu dünyadaki benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik TR’de hukuksal altyapısının sağlamlığı ve farklı kazanç modelleri. YOLO, hem kullanıcılara, hem de iş ortaklarına sağladığı yeni nesil bir iş modeli ile kısa sürede yola çıkıyor.

haydar-colakoglu

YOLO, TEB Holding ve Çolakoğlu Grup Yönetim Kurulu Üyesi Haydar ÇOLAKOĞLU başkanlığındaki güçlü yatırımcı ve yönetim kadrosu ile de dikkat çekiyor. Yönetim kademesindeki 12 kişilik tecrübeli ekibin, 1 yıl süren çalışmaları sonucu ortaya çıkardıkları YOLO, şehir hayatına yeni bir soluk getirmeyi planlıyor. 

haydar-colakoglu-teb-genel-mudur

haydar-colakoglu-teb

Ulaşımdaki zorlukları keyif ve konfor ile çok uygun koşullarda sunmayı hedefleyen ekip adına konuşan YOLO Yönetim Kurulu Başkanı Haydar ÇOLAKOĞLU şunları söyledi;

“Günümüzde temel ihtiyaçlarımızdan biri olan şehir içi konforlu seyahatin hızlı, güvenli ve ucuz olarak sağlanabilmesi başlangıç noktamızdı. Bununla birlikte, kayıt dışı kalan birçok seyahatin kayıt altına alınarak vergilendirilmesi, sektörde hukuksal altyapının sağlamlaştırılması yeni düzende yeni normallere alışan bizler için çok önemli. İşlerimize teknolojiyi en verimli şekilde entegre etmek hem kullanıcılarımıza hem de iş ortaklarımıza yüksek kazanç sağlayacaktır.

YOLO yüzde yüz yerli yapım bir uygulamadır. Amaçlarımızdan biriside bu iş modelini hızlı bir şekilde ülke dışında da kullanılan bir marka yapmaktır. YOLO’nun temel felsefesi bundan ibarettir. 

Kendi kurucularımızın sağladıkları desteklerin yanında, henüz başlangıç aşamasında iken Los Angeles merkezli bir yatırım şirketinden 16 milyon dolar değerleme ile bir kısım yatırım aldık. Kendileri ile yaptığımız çalışmalar sonucunda da “you only live once” baş harflerinden oluşan YOLO isminde karar kıldık. Bunun yanısıra Los Angeles, San Francisco, Londra ve Zürih merkezli yatırımcı grupları ile de görüşmelerimiz devam etmekte. Bu güç birliği platformu ile hem UBER gibi bir dünya devine rakip olacak, hem de Türkiye’den bir dünya markası çıkartabilmek için çalışacağız.

haydar-colakoglu-yolo-turkiye

Başlangıç gününde 300’ün üzerinde araç ile hizmet verecek olan YOLO ile kullanıcılar, tek tuş ile araç çağırabilecek, ulaşım ücretlerini kredi kartları ile ödeyebilecekler. Araçta unuttukları herhangi bir eşyanın güvende olduğunu bilecekler. Yıl sonu hedefimizde 1000’i aşkın araçla hizmet vermek var.

Bu uygulamaların yanısıra yolcularımızı çok özel kampanyalardan da faydalandıracağız. Farklılıklarımız, ilk günden bu ayrıcalıklar ile görülecek. Kasim ayında acilacak beta surumu ile İstanbul`un bazi seckin mekanlarinda yapilacak test surusleri ile hizmete baslayacak olan uygulama üzerinden özellikle tanıtım günlerimizde kayıt yaptıran yolcularımıza 15 Aralık - 4 Ocak tarihleri arasında ücretsiz ulaşım hakları, çeşitli promosyonlar sağlayacağız. Açılışa özel bu kampanya gibi birçok büyük kurumdan da kampanya desteği alan YOLO ile yolculuklarınızın standartları değişecek. YOLO’yu hepinize tavsiye ediyorum. YOLO dünyasına hoş geldiniz.”

GooglePlay ve AppStore dan indireceğiniz uygulama sayesinde YOLO dünyasında siz de yerinizi alın. Detaylı bilgi ve iletişim için www.yolo.com.tr adresinden YOLO’ ya ulaşabilir @yolo_turkiye Instagram adresinden de takip edebilirsiniz.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Kitaplığımda Kimler Var-2

Merhaba,
Kitaplığımda Kimler Var serisinin ikinci yazısıyla karşınızdayım. İlk yazı için tık tık

Bu yazıları, sadece kitaplığımdaki kitapları sizlerle paylaşmak için yazıyorum. Kitaplar hakkında detaylı bilgi ya da yorum yazmıyorum. Zaten okunmalarının üzerinden epey vakit geçtiği için çoğunu hatırlamıyorum, ama beni etkileyenler hakkında illaki söyleyecek birkaç kelimem var.

Yalnızlık...



Yalnızlık nedir?
Etrafında hiç insan olmaması mı?
Konuşacak, iki çift lafın belini kıracak, bazen gülüşüp bazen susacak, birlikte dalıp birlikte çıkacak kimsenin olmaması mı?
Nedir yalnızlık?
Sustuğunda bile seni dinleyecek, kalp atışlarının ritminden ruh halini çözecek, büzülmüş dudaklarından özneler bulup bakışlarından yüklemler çıkaracak kimsenin olmaması mı?

Sonlu Hafta


Bu hafta sonları 5 gün olsa, hafta içi de 2 gün olsa olmaz mı? Hatta haftalar hep sonlu olsa, hiç içli olmasa. Hep sevdiklerimizle beraber otursak, yesek, içsek, gezsek, tozsak olmaz mı?

Üff, olmuyor yaa, maalesef uzmanlar bu konuda çaresiz. Birileri çalışmak zorunda. Neyse, ben de çalışmayan bir insan olarak pazartesi sendromunu körüklemeyeyim, çalışan arkadaşlara kolaylıklar dileyeyim.


Bendeki doğum sonrası hasar tespit çalışmaları son hız devam ediyor. İlk aylarda var olan AVN (Avasküler Nekroz) şüphesi yerini geçici osteoporoza bırakmıştı. Şimdilerde de ne oluyor anlamadım, sırt ağrılarım için gittim doktora, omurga romatizmasından şüphelendi. Röntgen çektirdi, iyice kıllandı. MR istedi. Cumartesi çektirdik, kan tahlili falan yaptırdık. Bakalım, bugün arayacak doktor, umarım hayırlı haberler verir.

MR için çıkmışken kızları da aşıya götürdük, karma aşı zamanı gelmişti, bir de iç parazit hapı yutacaklardı. Ankara'ya taşındığımızdan beri ikinci kez gidiyoruz aynı kliniğe. İlkinde bir bayan veteriner vardı, açıkçası çok sevmemiştim, neyse ki o ayrılmış. Şimdiki baya iyiydi. Güzelce muayene etti kızları. Sorularımıza açıklayıcı cevaplar verdi, tavsiyelerde bulundu. Kızlara da çok nazik davrandı. Sevdik yani. Ankaralı arkadaşlara tavsiye ederim: Kavaklıdere Veteriner Kliniği. (Güven Hastanesi'nin karşı sokağında-Şimşek Sok.)


Herkese güzel bir hafta diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun.

Kitaplığımda Kimler Var-1

Merhaba,
Bilen bilir, bilmeyenler şimdi öğrenir, okumayı çok seviyorum. Hayatta, yapmaktan en çok mutluluk duyduğum şeydir kitap okumak. Bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak, bir roman kahramanıyla özdeşleşmek, yazarın nasıl bir ruh haliyle yazdığını düşünmek, acaba şöyle olsa nasıl olurdu diye kafa yormak, kitabı avuçlarımın arasında hissetmek, kokusunu içime çekmek ne güzeldir benim için ve biliyorum ki birçoğunuz için de öyle güzel...

Rutin, Çok Rutin...

Bir gün nasıl başlıyor, nasıl bitiyor anlamıyorum. Sabahları gözlerimi zor açıyorum, akşamları kendime vakit ayırabilmek için de kapatmak istemiyorum. Yoruluyorum, bazen sıkılıyorum, daralıyorum ama cidden anlamıyorum, zaman nasıl bir hızla akıp geçiyor. 

30. yaş günüme bir aydan az bir zaman kaldı. Efe dokuz aylık oldu. Ben ne zaman büyüdüm, anne oldum, Efe ne zaman doğdu da yerinde durmayan bir afacana dönüştü. 

Hey zaman! Sana soruyorum, bu acelen ne? Biraz yavaş geçip gitsen, tadın damağımızda kalmasa, seni şöyle sindire sindire, tadına doya doya yesek olmaz mı? Olmaz di mi? Nereye yetişeceksen?

Şu sıralar her şey çok rutin, hatta öyle rutin ki, sırf değişiklik olsun diye bir sabah beyaz peynir bir sabah kaşar peyniri yiyorum, bir sabah yeşil bir sabah siyah çay içiyorum. 

Sabahları uykumu almış olarak uyanmak istiyorum ama Efe'nin gak guklarıyla uyanıyorum. Şöyle güzelce, uzun uzun keyfini çıkara çıkara kahvaltı yapmak istiyorum, ama bir yandan Efe'yi doyurmaya çalışırken ben de ne yersem kardır diyorum. Öğlen uykusuna kadar kendi kendine oynasa da ben de iki satır kitap okusam diyorum, yerde yuvarlanırken içimin geçtiğini fark ediyorum. Akşam olsa da babası gelince biraz nefes alsam diyorum, yemek hazırla, ye, yedir, masayı topla, çay, kahve derken bitip tükendiğimi hissediyorum. Herkes uyudu, ben de azıcık keyfime bakayım diyorum, ortalığı topla, oyuncakları topla, bulaşık makinasını aç, çamaşırları topla, katla derken uykusuzluktan bittiğimi fark ediyorum ve kendimi yatağa zor atıyorum. 

Yine de her şey için şükrediyorum. Önce eşim sonra da oğlum için teşekkür ediyorum, tanrıya ya da evrene, sebebi her kimse ya da neyse. Çekirdek ailemi çok seviyorum. Her türlü rutine, yorgunluğa, bitkinliğe rağmen...





Bazı Kararlar



Merhaba,
Umarım hepimiz için güzel bir hafta olur. Havalar her ne kadar çok da iç açıcı olmasa da biz modumuzu düşürmeyelim. Her şeye rağmen yaşamak çok güzel. Hayat kısa, tadını çıkaralım. Sevelim, sevilelim, bol bol gülelim :)

Dün eşimle bazı kararlar aldık. Belki çoğu insanın zaten yaptığı şeylerdir ama biz kendimizi hayatın koşturmacasına öyle kaptırmışız ki, yaptığımız hatanın farkında bile değildik. Şöyle ki, aynı evin içinde birbirimizi özler olduk. Ben sabahtan akşama kadar Efe ile ilgilenmekten yoruluyorum, eşim de iş yerindeki yoğunluktan çok yoruluyor. Haliyle akşam olunca pestilimiz çıkmış halde tv karşısında yayılıp kalıyoruz. Garibim Efe de kendi kendine oynamak zorunda kalıyor. Çok sıkılırsa ya da başka bir problemi olursa mızıklıyor ve biz de o zamanlar sırayla ilgileniyoruz. Onun dışında bir gözümüz tv de bir gözümüz cep telefonlarında, saçma sapan hallerdeyiz. Doğru düzgün ne sohbet var ne muhabbet. Efe uyur uyumaz zaten biz de uyuyoruz. Al sana en kalitesizinden ailecek geçirilememiş zaman.

Baktık ki işler pek iyi gitmiyor, bu gidişe bir son vermeye karar verdik. Ve yukarıda da söylediğim gibi bazı kararlar aldık. Bundan sonra akşamları tv açılmayacak, telefonlar sadece acil çağrılar için kullanılacak, birlikte oyunlar oynanacak, kısacası ailecek "kaliteli zaman" geçirilecek. Bakalım başarabilecek miyiz?

Şu "kaliteli zaman" meselesi de ayrı bir konu, onu da sonra konuşuruz artık.

Şimdilik bu kadar, Efe uyandı, gitmem lazım :)

Çalışmıyorum Ulen!


Merhaba,
Başlıktan da anlaşılacağı üzere bugünkü konumuz "çalışmamak". Yani anne olduktan sonra çalışmamak, evde oturup çocuk bakmak.

Çalışan anneler lütfen yanlış anlamasın beni. Sonuçta bu tercih meselesi olduğu kadar biraz da imkan meselesi. İhtiyacı olduğu için bebeğini bırakıp çalışmak zorunda olan annelere saygım sonsuz. Neyse, kim neden çalışır, neden çalışmaz orası beni ilgilendirmez. Ben size kendi derdimi anlatayım.

Efe doğmadan önce İzmir'de yaşıyorduk ve orada özel bir firmada çalışıyordum. Doğum izniyle birlikte Ankara'ya taşındık ve haliyle doğum iznimin bitişinde işe geri dönmedim, zira çalıştığım firmanın Ankara'da bir şubesi falan yoktu. Olsaydı da dönmezdim, orası ayrı mesele.

Ben bir çocuğun belli bir yaşa gelene kadar en çok annesine ihtiyaç duyduğuna ve bir çocuğun gelişiminde en çok annesinin rolü olduğuna inanıyorum. Bir çocuk sabah gözlerini açtığında yanında annesini görmeli, karnını annesi doyurmalı, diğer ihtiyaçlarını annesi gidermeli, annesiyle birlikte oyunlar oynamalı, şarkılar söylemeli, dışarıya çıkıp gezmeli, annesiyle öğrenmeli, ihtiyaç duyduğu her yerde ve her şeyde kafasını çevirip baktığında annesini yanında bulmalı, varlığını hissetmeli.

Bence bir çocuğun dünyada öğrendiği ve ihtiyaç duyduğu ilk duygu "güven duygusu". Bebekken karnını doyuran, altını değiştiren, gazını çıkaran ve bunları sürekli bir döngü içinde gerçekleştiren kişiye zamanla alışır ve güvenir. Bilir ki ihtiyacı olduğunda o kişi gerekeni yapar. Biraz büyüdüğünde onunla oynayan, ona ninniler söyleyen, ona kitap okuyan, masallar anlatan, onunla birlikte garip sesler çıkartıp gülen kişiye daha da bağlanır. Uyurken en son gördüğü kişi ile uyandığında ilk gördüğü kişinin aynı olması bence çok önemlidir ve bu kişi anne olmalıdır. Tabi ki annenin desteğe ihtiyacı vardır, tabi ki anne bütün bunları 7 gün 24 saat durmaksızın yapamaz. İllaki nefes almasını, mola vermesini sağlayacak birilerinin varlığına ihtiyaç duyar. Bu kişi de çoğu zaman baba, ara sıra aile büyükleri, bazen de arkadaşlardır. Ama bir bebek öncelikle annesiyle olmalıdır. 

Düşünsenize, gece uyurken en son annesinin kucağında olan bir çocuk sabah gözlerini açtığında başka birini buluyor karşısında ve akşama kadar annesini göremiyor. Küçücük bir çocuğun dünyasında ne kadar korkunç bir şey. Akşam annesi geldiğinde tam sevinip mutlu oluyor, neşeyle oynuyor, huzurla uykuya dalıyor, sabah yine aynı travma. Ve yaklaşım şu, çocuktur unutur, çocuktur alışır. Peki ya bilinçaltı? İleride nasıl bir psikolojisi olacak, ne gibi sorunlar yaşayacak bilebilir miyiz? Bir çocuğun bize en çok ihtiyacı olan dönemde yanında olmayacaksak, onun sorumluluğunu üstlenmeyeceksek, fiziksel ve psikolojik gelişimini desteklemeyeceksek onu neden dünyaya getiriyoruz? Dünyaya gelen büyür gider mantığıyla yaşamak bence çok da mantıklı değil.




Bir de anne açısından bakalım olaya. Bir anne 9 ay karnında taşıyıp dünyaya getirdiği bir canlıyı kendisine muhtaç olduğu bir dönemde nasıl bırakıp işe gidebilir. Hadi gitti diyelim, aklı sürekli yavrusunda olmaz mı? Acaba şimdi ne yapıyor? Yemeğini yedi mi? Huzurlu mu?
Kendi adıma söylüyorum, ben Efe'nin sabahları uyanışını görmeyeceksem, ona kendi ellerimle kahvaltı hazırlayıp yedirmeyeceksem, onunla oyunlar oynayıp öğlenleri ona sarılıp şekerleme yapmayacaksam, emeklediği ilk anı ben görmeyeceksem, çıkan her yeni dişinde ilk ben sevinmeyeceksem, yeni bir meyveyle ben tanıştırmayacaksam onu, bütün gün ağzından çıkanları duymayacaksam, gülmesine de ağlamasına da ben şahit olmayacaksam neden bu dünyaya gelmesine vesile oldum? Bir daha asla 9 aylık olmayacak, bir daha asla 1,2,3,4,5 yaşında olmayacak, her gün bir öncekinden farklı olacak, giden günler geri gelmeyecek. O yüzden ben bu sevimli yaratığın hiçbir anını kaçırmak istemiyorum, kusura bakmasın iş dünyası :)


Çok mu zenginiz, ihtiyacımız mı yok benim çalışmama? Tabi ki hayır. 4 yıldır eşimle benim öğrenim kredilerimizi ödüyoruz. Evlenirken eşyalarımızı kendimiz aldık, evimiz yok, kiracıyız, arabamız yok, yayayız. Varsın bilmem ne marka bilmem neyimiz olmasın. Yeter ki mutlu, huzurlu olalım. Yeter ki ruh ve beden sağlığı yerinde bir çocuk yetiştirelim. Yeter ki sevelim, sevilelim. 
Uzun lafın kısası; ÇALIŞMIYORUM. BENİM İŞİM GÜCÜM ÇOCUĞUM. O KAA :))

NOT: Kitaplar Pedagog Adem Güneş'in "Annelik Sanatı" ve "Güvenli Bağlanma" isimli kitapları. Tavsiye ederim. 

Anne Olmak


Ulen anne olmadan önce atıp tutmak ne kolaymış be! 
Öyle yüksekten yüksekten konuşmak, ukala tavırlar takınmak, eleştirmek ne kolaymış, nasıl da bedavaymış, bol keseden atmalıymış.
Şu yaşımda, hayatta öğrendiğim en temel bilgi şudur: BÜYÜK LOKMA YE, BÜYÜK KONUŞMA!

Bu sadece anne olmakla ilgili değil tabi ki, ama şu sıralar en çok bu konuya hakimim ne yapayım. O yüzden size son zamanlarda küçük lokmalara bölüp yutmak zorunda kaldığım laflarımdan ve yaladığım tükürüklerimden bahsetmek istiyorum.

Anne olmadan önce: ÇOCUĞUMU ASLA SALLAYARAK UYUTMAM! Beyin travması mı geçirtmek istiyorlar bunlar çocuklarına, şunlara bak!

Anne olduktan sonra: Aşkım bu çocuk uyumuyor, ne yapsak? Sallasak mı? Birkaç ay ayağımda salladım valla, bir süre kollarımda salladım, arada çarşafla salladık, sallıyoruz, olmadı sallanan beşik almıştık ama artık ona sığmıyoruz, neticede her türlü sallama yöntemini itinayla kullandık. Son günlerde kafayı omuza koyup kucakta sallanıyoruz. Hayırlısı.


Anne olmadan önce: BEN ÇOCUĞUMA İKİ YAŞINDAN ÖNCE ASLA TV İZLETMEM! TV bağımlısı olacak çocuk, moron gibi sürekli tv izleyecek, ne fena!

Anne olduktan sonra: Baby Tv arada hayat kurtarıyor. Ne yapayım, wc ye de beraber gidecek değiliz ya. Mecburen o kanal açılıyor, çocuk tv karşısına yerleştiriliyor ve işler hallediliyor. Tamam öyle saatlerce bakmıyor ama 10-15 dk da olsa tv ye maruz kalıyor çocuğum. 

Anne olmadan önce: BEN ÇOCUĞUMA ASLA MAMA VERMEM, DOĞAL BESLERİM. Obez mi olsun bu çocuklar, her türlü hastalığa davetiye.

Anne olduktan sonra: Hastanedeki ikinci günümüzden ek gıdaya başlayana kadarki beş aylık süreçte her gün anne sütüne ilaveten mama yedi. Sezeryan sonrası süt geç geldi, Efe'nin kan şekeri düştü, apar topar mama verdiler. Hastanede alıştı mamaya, sonra da biraz keyfi oldu, biraz da benim işime geldi derken beş ay boyunca mama yedi. Ek gıdayla birlikte mamayı bıraktık şükür. 

Anne olmadan önce: BEN ÇOCUĞUMA ASLA İSİM TAKMAM. 

Anne olduktan sonra: Bazen diyorum bu çocuğun adı neydi yaa :) Şaka bir yana adından başka her şeyi söylüyorum hatta söylüyoruz. Doğru düzgün Efe diyen yok. Mesela;
anneannesi bıldırcınım diyor, dayısı köfte diyor, dedesi aslanım diyor, babası yakışıklım-oğluşum diyor, ben aşkım, bitanem, hayatımın anlamı, tombul bacaklarını ısırdığım, elma yanaklarını yediğim, bakışını sevdiğim, gülüşüne yandığım, ağzını burnunu yediğim, ayağını bacağını ısırdığım...

Ay bu annelik beni benden aldı vallahi. Sizin de var mı böyle asla yapmam deyip de seve seve yaptığınız şeyler?




Bugün

Bugün kendime bir güzellik yaptım :)


Dün pazardan aldığım bu otları bardağa koydum, vazoya çiçek koyar gibi :)
Bakmayın sadece ot dediğime, bence en güzel otlar arasında ilk sıraları zorlar bunlar. 
O ne koku, o ne renk. 
Çok güzeller çok. 
Kim ki onlar? 
Tabi ki Reyhan ve Nane. 
Arkadaki şapşik de Efe :)

O zaman bu gün hepimiz için reyhan gibi mis kokulu, nane gibi ferah olsun. 

Sevgiyle. ..

Gümüş ve Duman


Yağmurlu bir günden merhaba!
Zor da olsa bazı yaramazları öğle uykusuna yatırıp geldim. Bakalım bu yazıyı bitirmeme fırsat verecek mi?

Efe uyuduğu zaman ne yapacağımı şaşırıyorum resmen, iş mi yapsam, kitap mı okusam, geri döndüğümden beri bloga yazı mı yazsam, blog mu okusam bilemiyorum ki şu an yazı yazma isteği galip gelmiş durumda anlaşılacağı üzere :)

Fark ettim ki, Efe doğduğundan bu yana kızların fotoğraflarını çekmez olmuşum, varsa yoksa Efe fotosu olmuş dört bir yanımız :) 

DUMAN

DUMAN

GÜMÜŞ

GÜMÜŞ
Hemen kızların gönlünü almak ve onları merak edenlere bir selam vermek için fotoğraflarını çektim. Sağ olsunlar onlar da poz verdiler bana :)

Kızlarla Efe'nin arası nasıl diye soranlar oluyor. Hemen cevaplayayım. Şimdilik malesef bir araları yok. Gümüş Efe'ye hiç yanaşmıyor, uzaktan kesik atıyor ya da hiç oralı olmuyor. Duman da tam tersi Efe'nin üstüne çıkmaya çalışıyor. Efe de henüz mıncıklama ve yolma aşamalrını geçemediği için Dumanla her yan yana gelişleri yolunmuş tüy fırtınası şeklinde sonlanıyor. O yüzden çok fazla yan yana getiremiyoruz bu üçlüyü. Ama kısa bir süre sonra hayal ettiğim arkadaşlığı kuracaklarından eminim.

NOT: Bu arada fark ettiniz mi, yenilendik biz :) Blog tasarımımı yenileyen ve güzelleştiren Gökhan Tekin'e çok teşekkür ederim. Sizin de varsa kendinize ve blogunuza bi güzellik yapma niyetiniz şu yazıya bir göz atın derim tık tık

Doğum Hikayem


Yine ben :)
Şöyle bir eski yazdıklarıma baktım da en son İzmir'de yazmışım adam akıllı. Merak etmeyin daha doğurmadım falan yazmışım. 32. haftadaymışım, nasıl doğuracağıma karar vermemişim falan :)
E hadi o zaman başladım madem, doğum hikâyemizi anlatayım size.

Geçen yaz temmuz ayının ilk haftası göçü göbeleği topladık, yığdık evin ortasına. Babam geldi, karnı burnumda beni ve kızları(Duman ve Gümüş) alıp arabayla Ankara'ya getirdi. Eşim de birkaç gün sonra geldi. İki haftalığına bizimkilerin evine postu serdik. Yan gelip yattık ki ben başka bir şey yapacak durumda değildim zaten. Temmuzun son günü de bizimkilerle arasında 8 bina olan evimize taşındık. Taşınma ve temizlik aşamalarında koca göbeğimle sağa sola çemkirmek dışında hiçbir işe yaramadım. Utanmadan babama şunu dedim bir de: "Sen bu kapıyı sildin mi şimdi? Emin misin? Ama burada bir parmak toz var. " Ben bunu söylediğimde elindeki bezi kafama çalmadıysa tek sebebi o zamanlar karnımda şimdi beşiğinde uyuyan sabidir.
Neyse efendim, sonuçta kazasız belasız yeni evimize taşındık. Birkaç gün sonra da eşim işe başladı. Hayat normale döndü. Herkes işinde gücünde, annemle ben doğumdan önce eksikleri tamamlama derdinde.

Bir akşam yemekten sonra oturduk tv izliyoruz. Eşime dedim "hiç göbekli fotomuz yok ya hadi gel çekelim". Denedik olmadı. Göbek çok büyük. Bizi çekecek kimse yok. Bir selfi çıbığımızın olmayışına ilk ve son kez o zaman üzüldüm işte. Neyse, iki gün sonra doktor kontrolümüz var. Yatmadan önce başucumdaki deftere doktora soracaklarımı yazdım ve yattık uyuduk. Tabi ona uyumak denirse. (Takriben 20 dakikada bir wc ye gitmekten uyuyamıyordum. ) Sabah eşimi işe yolladıktan sonra bütün yastıkları kucaklayıp yattım. Bir saat ancak uyumuştum ki o da ne? ! Sanırım yatağa işiyorum! Yok canım! Daha neler!  Ama tutamıyorum! O zaman işemiyorum doğuruyorum! Olamaaaaz! Eee sancı yok? Hem daha zamanı vardı. Evde yalnızım. Yatağın kenarında dikilmiş şarıl şarıl sular akarken salak salak ağlamaya başladım. Önce kimi arıycam? Dr? Eş? Annem? Yatak battı, yerler battı, ay dur halı bari batmasın. Annemi aradım, telefonu babam açtı. Ona söylemedim de annemi istedim. Anneeee suyum geldi dedim ağlamaktan başka da bir şey diyemedim. Sonra doktoru aradım, hemen gel dedi. Gittim kapının kilidini açıp yatağın kenarındaki yerime döndüm. Beş dk sonra kardeşim geldi.Koşa koşa gelmiş deli. Abla iyi misin?  Gelme sakın diye carladım. Üstüm başım saçma sapan, bir yandan hâlâ su geliyor. Birkaç dakika sonra annemle babam geldi. Annem de ağlamış, kırmızı gözlerle hemen olaya el koydu. Ben gelmeyin yaaa diye ağlıyorum,  annem babama bağırıyor, gel şu çantaları al diye. Bana hadi ne duruyorsun giyin de gidelim çabuk diyor. Ben diyorum su akıyor. Hem banyo yapacaktım. Kaşlarımı aldıracaktım. Olmadı ki böyle orman kaçkını gibi. Annem dolaptan bi tane elbise alıp geçiriyor üstüme. Tutuyor kolumdan. Hastaneye gidene kadar ağla ağla içim çıkıyor. Sabahın 8 buçuğu, trafik fena. Dörtlüler yanıyor, kimse oralı değil. Kardeşim iniyor arabadan yolu açtırmaya. Sonunda hastanedeyiz. Odaya çıkıyoruz. Beceriksiz hemşireler damar yolu açacak da kan alacak da sonuçlar çıkacak da ameliyata gircez de derken doktor geliyor. Muayene ediyor. Baş mobil, kanala girmemiş. Yallah doğru sezeryana ki  zaten onu istiyordum. Eşim nerede kaldı derken yetişiyor çok şükür. Asansörün önünde vedalaşıyoruz bizimkilerle. Ben ameliyathanenin önünde çıkmak bilmeyen tahlil sonuçlarını bekliyorum sedyede. Doktor geliyor yanıma, merak etme, korkma, şimdi çıkacak sonuçlar. Hah çıktı, trombosit değerlerin düşük, epidural yapamıycaz, spinal yapıcaz, tamam diyorum, yap da ne yaparsan yap. Eşim giyinmeye gidiyor, beni ameliyathaneye alıyorlar, bir anda neye uğradığımı şaşırıyorum, etrafımda bir sürü insan, bir telaş, bir hareket, bende her şey flu, sedyenin üstünde iki büklüm hareketsiz duruyorum, biri beni kucaklıyor kıpırdamayayım diye, belime bir iğne saplanıyor, acıyıp acımadığını vallahi hatırlamıyorum, sonrasında zaten bacaklarıma yayılan bir sıcaklık, his kaybı. Ellerimi kollarımı bağlıyorlar, sonda takıyorlar, göbeğimi boyuyarlar, hiçbir şey hissetmiyorum ama korkuyorum. Eşim hala gelmedi yanıma, eşim de eşim diye ağlıyorum, doktor gelecek eşin merak etme diyor, yazık garibim tam da doktor karnımı keserken girmiş içeri, bi fena olmuş, hemen başucuma geliyor, beni sakinleştirmeye çalışıyor, ben bağıra bağıra ağlıyorum, acıdan değil, korkudan, burnuma bi yanık kokusu geliyor diyorum, gülüyorlar, sohbet ediyorlar ağlamayayım diye, doktorum anestezi uzmanına diyor Burcu İzmir'den geldi biliyor musun, öteki doktora dönüyor adaşsınız bak, bıdı bıdı, tepemdeki diyor çok korktun sen istersen bitene kadar uyutayım seni, yok diyorum, olmaz, sonra bir ağlama sesi, kurbağa gibi, ciyak ciyak, ben daha beter ağlıyorum, eşim uzanmış bakıyor, çok tatlı çok tatlı diyor, muayene edip öyle getiriyorlar başımın yanına, bakıyorum minicik, çok küçük bu diyorum, ne bekliyordum acaba, halbuki 3 kilo 950 g ama gözüme baya küçük görünüyor. Neyse, biraz sakinleşiyorum. Efeyle babasını odaya yolluyorlar, ben kalıyorum, çünkü dikilmem lazım. Sağolsun doktorum güzellikle ilgili tüm kaygılarımı giderip estetik dikiş attığını söylüyor(!) Bitmek bilmiyor, zaman geçmiyor, biran önce gitmek istiyorum oğlumun yanına, kollarıma almak istiyorum, koklamak istiyorum. Sonunda bitiyor, bir 15 dakika da yukarıdan bir hemşirenin gelip beni odama çıkartmasını bekliyorum. Ve nihayet odamdayım. Herkesin gözler yaşlı, salya sümük ağlamışlar Efe'yi görünce. Ben ağlamıyorum artık, kavuştuk çok şükür küçük adamımla. 





Bundan sonrası ayrı bir hikaye, sezeryan ve sonrası, doktorum ve doğum yaptığım hastane hakkında daha sonra yazarım, belki arayış içinde olan arkadaşlara yardımcı olur. Şimdilik bu kadar. Zaman ayırıp okuyan herkese teşekkür ederim.

Sevgiyle kalın. 

Deneme 1, 2

Merhaba,
Madem blog dünyasına dönüş yaptım, o halde yazmalıyım değil mi? Aslında yazacak o kadar çok şey var ki, ama zaman yok. Şu an yarım saatlik öğle uykusunda olan Efe uyanmadan ne yazarsam kardır. (Bu arada pc açmaya üşendiğimden telefondan yazıyorum, hata olursa affola. )
Malumunuz, bütün zamanım Efe ile geçiyor. Henüz kendi kendine oynamak gibi bir becerisi olmadığı için uyanık olduğu süre boyunca ilgi istiyor. Hâliyle ancak o uyuduğunda kendime vakit ayırabiliyorum. Bu kısa zamanlarda hemen bir fincan kahve yapıp kitabımı elime alıyorum. Artık ne kadar okuyabilirsem. ..

Bu sıralar en çok çocuk gelişimiyle ilgili kitaplar okusam da arada değişiklik de yapıyorum. Mesela son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplar "Şeker Portakalı", "Güneşi Uyandıralım" ve "Delifişek" üçlemesi. Zeze'nin hikayesi. Küçükken okumamış olmam çok üzücü tabi ama sonuçta okudum, tavsiye ederim.

Şu an okumakta olduğum favori kitabım ise "Daha Sade Bir Hayat".




Neyse ufaklık uyanmadan biraz da kitap okuyayım. 

Görüşmek üzere. ..

Özlemişim Buraları :)

Merhaba!
Aylardır süren sessizliğime rağmen takibi bırakmayan, merak eden, mesaj atıp soran tüm arkadaşlarıma kocaman selam ve sevgiler :)

Aslında bu bir mim yazısı olacaktı ama şimdi bu daha kolay geldi. Başlar başlamaz gözümü korkutmayayım, oğlanım uyurken hemencecik bir selam verip çıkayım dedim. Sahalara geri dönmeme vesile olan Kitapsız Kedi'ye çok teşekkür ederim :)

Tahmin edersiniz ki günlerim Efe ile geçiyor. 8 aydır yapışık ikiz gibiyiz ve tabi ki bu durumdan şikayetçi değilim. Canım, bebeğim, biriciğim ne de olsa. Hadi itiraf edeyim, başlarda epey zorlandım, alışamadım, sıkıldım, yoruldum, söylendim, ama Efe büyüdükçe her şey daha keyifli olmaya başladı. Birlikte yemek yiyoruz, birlikte oynuyoruz, kitap okuyoruz, geziyoruz, birlikte uyuyoruz, hatta birlikte temizlik ve yemek yapıyoruz.

Yazmayı çok özledim. Bundan sonra daha çok yazarım diye düşünüyorum. Tabi yazdıklarım ne kadar ilginizi çeker bilemiyorum ama olsun ben yine buralarda olacağım. Şimdilik bu kadar, Sevgiyle kalın.