Yalnızlık...



Yalnızlık nedir?
Etrafında hiç insan olmaması mı?
Konuşacak, iki çift lafın belini kıracak, bazen gülüşüp bazen susacak, birlikte dalıp birlikte çıkacak kimsenin olmaması mı?
Nedir yalnızlık?
Sustuğunda bile seni dinleyecek, kalp atışlarının ritminden ruh halini çözecek, büzülmüş dudaklarından özneler bulup bakışlarından yüklemler çıkaracak kimsenin olmaması mı?

Sonlu Hafta


Bu hafta sonları 5 gün olsa, hafta içi de 2 gün olsa olmaz mı? Hatta haftalar hep sonlu olsa, hiç içli olmasa. Hep sevdiklerimizle beraber otursak, yesek, içsek, gezsek, tozsak olmaz mı?

Üff, olmuyor yaa, maalesef uzmanlar bu konuda çaresiz. Birileri çalışmak zorunda. Neyse, ben de çalışmayan bir insan olarak pazartesi sendromunu körüklemeyeyim, çalışan arkadaşlara kolaylıklar dileyeyim.


Bendeki doğum sonrası hasar tespit çalışmaları son hız devam ediyor. İlk aylarda var olan AVN (Avasküler Nekroz) şüphesi yerini geçici osteoporoza bırakmıştı. Şimdilerde de ne oluyor anlamadım, sırt ağrılarım için gittim doktora, omurga romatizmasından şüphelendi. Röntgen çektirdi, iyice kıllandı. MR istedi. Cumartesi çektirdik, kan tahlili falan yaptırdık. Bakalım, bugün arayacak doktor, umarım hayırlı haberler verir.

MR için çıkmışken kızları da aşıya götürdük, karma aşı zamanı gelmişti, bir de iç parazit hapı yutacaklardı. Ankara'ya taşındığımızdan beri ikinci kez gidiyoruz aynı kliniğe. İlkinde bir bayan veteriner vardı, açıkçası çok sevmemiştim, neyse ki o ayrılmış. Şimdiki baya iyiydi. Güzelce muayene etti kızları. Sorularımıza açıklayıcı cevaplar verdi, tavsiyelerde bulundu. Kızlara da çok nazik davrandı. Sevdik yani. Ankaralı arkadaşlara tavsiye ederim: Kavaklıdere Veteriner Kliniği. (Güven Hastanesi'nin karşı sokağında-Şimşek Sok.)


Herkese güzel bir hafta diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun.

Kitaplığımda Kimler Var-1

Merhaba,
Bilen bilir, bilmeyenler şimdi öğrenir, okumayı çok seviyorum. Hayatta, yapmaktan en çok mutluluk duyduğum şeydir kitap okumak. Bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak, bir roman kahramanıyla özdeşleşmek, yazarın nasıl bir ruh haliyle yazdığını düşünmek, acaba şöyle olsa nasıl olurdu diye kafa yormak, kitabı avuçlarımın arasında hissetmek, kokusunu içime çekmek ne güzeldir benim için ve biliyorum ki birçoğunuz için de öyle güzel...

Rutin, Çok Rutin...

Bir gün nasıl başlıyor, nasıl bitiyor anlamıyorum. Sabahları gözlerimi zor açıyorum, akşamları kendime vakit ayırabilmek için de kapatmak istemiyorum. Yoruluyorum, bazen sıkılıyorum, daralıyorum ama cidden anlamıyorum, zaman nasıl bir hızla akıp geçiyor. 

30. yaş günüme bir aydan az bir zaman kaldı. Efe dokuz aylık oldu. Ben ne zaman büyüdüm, anne oldum, Efe ne zaman doğdu da yerinde durmayan bir afacana dönüştü. 

Hey zaman! Sana soruyorum, bu acelen ne? Biraz yavaş geçip gitsen, tadın damağımızda kalmasa, seni şöyle sindire sindire, tadına doya doya yesek olmaz mı? Olmaz di mi? Nereye yetişeceksen?

Şu sıralar her şey çok rutin, hatta öyle rutin ki, sırf değişiklik olsun diye bir sabah beyaz peynir bir sabah kaşar peyniri yiyorum, bir sabah yeşil bir sabah siyah çay içiyorum. 

Sabahları uykumu almış olarak uyanmak istiyorum ama Efe'nin gak guklarıyla uyanıyorum. Şöyle güzelce, uzun uzun keyfini çıkara çıkara kahvaltı yapmak istiyorum, ama bir yandan Efe'yi doyurmaya çalışırken ben de ne yersem kardır diyorum. Öğlen uykusuna kadar kendi kendine oynasa da ben de iki satır kitap okusam diyorum, yerde yuvarlanırken içimin geçtiğini fark ediyorum. Akşam olsa da babası gelince biraz nefes alsam diyorum, yemek hazırla, ye, yedir, masayı topla, çay, kahve derken bitip tükendiğimi hissediyorum. Herkes uyudu, ben de azıcık keyfime bakayım diyorum, ortalığı topla, oyuncakları topla, bulaşık makinasını aç, çamaşırları topla, katla derken uykusuzluktan bittiğimi fark ediyorum ve kendimi yatağa zor atıyorum. 

Yine de her şey için şükrediyorum. Önce eşim sonra da oğlum için teşekkür ediyorum, tanrıya ya da evrene, sebebi her kimse ya da neyse. Çekirdek ailemi çok seviyorum. Her türlü rutine, yorgunluğa, bitkinliğe rağmen...





Bazı Kararlar



Merhaba,
Umarım hepimiz için güzel bir hafta olur. Havalar her ne kadar çok da iç açıcı olmasa da biz modumuzu düşürmeyelim. Her şeye rağmen yaşamak çok güzel. Hayat kısa, tadını çıkaralım. Sevelim, sevilelim, bol bol gülelim :)

Dün eşimle bazı kararlar aldık. Belki çoğu insanın zaten yaptığı şeylerdir ama biz kendimizi hayatın koşturmacasına öyle kaptırmışız ki, yaptığımız hatanın farkında bile değildik. Şöyle ki, aynı evin içinde birbirimizi özler olduk. Ben sabahtan akşama kadar Efe ile ilgilenmekten yoruluyorum, eşim de iş yerindeki yoğunluktan çok yoruluyor. Haliyle akşam olunca pestilimiz çıkmış halde tv karşısında yayılıp kalıyoruz. Garibim Efe de kendi kendine oynamak zorunda kalıyor. Çok sıkılırsa ya da başka bir problemi olursa mızıklıyor ve biz de o zamanlar sırayla ilgileniyoruz. Onun dışında bir gözümüz tv de bir gözümüz cep telefonlarında, saçma sapan hallerdeyiz. Doğru düzgün ne sohbet var ne muhabbet. Efe uyur uyumaz zaten biz de uyuyoruz. Al sana en kalitesizinden ailecek geçirilememiş zaman.

Baktık ki işler pek iyi gitmiyor, bu gidişe bir son vermeye karar verdik. Ve yukarıda da söylediğim gibi bazı kararlar aldık. Bundan sonra akşamları tv açılmayacak, telefonlar sadece acil çağrılar için kullanılacak, birlikte oyunlar oynanacak, kısacası ailecek "kaliteli zaman" geçirilecek. Bakalım başarabilecek miyiz?

Şu "kaliteli zaman" meselesi de ayrı bir konu, onu da sonra konuşuruz artık.

Şimdilik bu kadar, Efe uyandı, gitmem lazım :)

Çalışmıyorum Ulen!


Merhaba,
Başlıktan da anlaşılacağı üzere bugünkü konumuz "çalışmamak". Yani anne olduktan sonra çalışmamak, evde oturup çocuk bakmak.

Çalışan anneler lütfen yanlış anlamasın beni. Sonuçta bu tercih meselesi olduğu kadar biraz da imkan meselesi. İhtiyacı olduğu için bebeğini bırakıp çalışmak zorunda olan annelere saygım sonsuz. Neyse, kim neden çalışır, neden çalışmaz orası beni ilgilendirmez. Ben size kendi derdimi anlatayım.

Efe doğmadan önce İzmir'de yaşıyorduk ve orada özel bir firmada çalışıyordum. Doğum izniyle birlikte Ankara'ya taşındık ve haliyle doğum iznimin bitişinde işe geri dönmedim, zira çalıştığım firmanın Ankara'da bir şubesi falan yoktu. Olsaydı da dönmezdim, orası ayrı mesele.

Ben bir çocuğun belli bir yaşa gelene kadar en çok annesine ihtiyaç duyduğuna ve bir çocuğun gelişiminde en çok annesinin rolü olduğuna inanıyorum. Bir çocuk sabah gözlerini açtığında yanında annesini görmeli, karnını annesi doyurmalı, diğer ihtiyaçlarını annesi gidermeli, annesiyle birlikte oyunlar oynamalı, şarkılar söylemeli, dışarıya çıkıp gezmeli, annesiyle öğrenmeli, ihtiyaç duyduğu her yerde ve her şeyde kafasını çevirip baktığında annesini yanında bulmalı, varlığını hissetmeli.

Bence bir çocuğun dünyada öğrendiği ve ihtiyaç duyduğu ilk duygu "güven duygusu". Bebekken karnını doyuran, altını değiştiren, gazını çıkaran ve bunları sürekli bir döngü içinde gerçekleştiren kişiye zamanla alışır ve güvenir. Bilir ki ihtiyacı olduğunda o kişi gerekeni yapar. Biraz büyüdüğünde onunla oynayan, ona ninniler söyleyen, ona kitap okuyan, masallar anlatan, onunla birlikte garip sesler çıkartıp gülen kişiye daha da bağlanır. Uyurken en son gördüğü kişi ile uyandığında ilk gördüğü kişinin aynı olması bence çok önemlidir ve bu kişi anne olmalıdır. Tabi ki annenin desteğe ihtiyacı vardır, tabi ki anne bütün bunları 7 gün 24 saat durmaksızın yapamaz. İllaki nefes almasını, mola vermesini sağlayacak birilerinin varlığına ihtiyaç duyar. Bu kişi de çoğu zaman baba, ara sıra aile büyükleri, bazen de arkadaşlardır. Ama bir bebek öncelikle annesiyle olmalıdır. 

Düşünsenize, gece uyurken en son annesinin kucağında olan bir çocuk sabah gözlerini açtığında başka birini buluyor karşısında ve akşama kadar annesini göremiyor. Küçücük bir çocuğun dünyasında ne kadar korkunç bir şey. Akşam annesi geldiğinde tam sevinip mutlu oluyor, neşeyle oynuyor, huzurla uykuya dalıyor, sabah yine aynı travma. Ve yaklaşım şu, çocuktur unutur, çocuktur alışır. Peki ya bilinçaltı? İleride nasıl bir psikolojisi olacak, ne gibi sorunlar yaşayacak bilebilir miyiz? Bir çocuğun bize en çok ihtiyacı olan dönemde yanında olmayacaksak, onun sorumluluğunu üstlenmeyeceksek, fiziksel ve psikolojik gelişimini desteklemeyeceksek onu neden dünyaya getiriyoruz? Dünyaya gelen büyür gider mantığıyla yaşamak bence çok da mantıklı değil.




Bir de anne açısından bakalım olaya. Bir anne 9 ay karnında taşıyıp dünyaya getirdiği bir canlıyı kendisine muhtaç olduğu bir dönemde nasıl bırakıp işe gidebilir. Hadi gitti diyelim, aklı sürekli yavrusunda olmaz mı? Acaba şimdi ne yapıyor? Yemeğini yedi mi? Huzurlu mu?
Kendi adıma söylüyorum, ben Efe'nin sabahları uyanışını görmeyeceksem, ona kendi ellerimle kahvaltı hazırlayıp yedirmeyeceksem, onunla oyunlar oynayıp öğlenleri ona sarılıp şekerleme yapmayacaksam, emeklediği ilk anı ben görmeyeceksem, çıkan her yeni dişinde ilk ben sevinmeyeceksem, yeni bir meyveyle ben tanıştırmayacaksam onu, bütün gün ağzından çıkanları duymayacaksam, gülmesine de ağlamasına da ben şahit olmayacaksam neden bu dünyaya gelmesine vesile oldum? Bir daha asla 9 aylık olmayacak, bir daha asla 1,2,3,4,5 yaşında olmayacak, her gün bir öncekinden farklı olacak, giden günler geri gelmeyecek. O yüzden ben bu sevimli yaratığın hiçbir anını kaçırmak istemiyorum, kusura bakmasın iş dünyası :)


Çok mu zenginiz, ihtiyacımız mı yok benim çalışmama? Tabi ki hayır. 4 yıldır eşimle benim öğrenim kredilerimizi ödüyoruz. Evlenirken eşyalarımızı kendimiz aldık, evimiz yok, kiracıyız, arabamız yok, yayayız. Varsın bilmem ne marka bilmem neyimiz olmasın. Yeter ki mutlu, huzurlu olalım. Yeter ki ruh ve beden sağlığı yerinde bir çocuk yetiştirelim. Yeter ki sevelim, sevilelim. 
Uzun lafın kısası; ÇALIŞMIYORUM. BENİM İŞİM GÜCÜM ÇOCUĞUM. O KAA :))

NOT: Kitaplar Pedagog Adem Güneş'in "Annelik Sanatı" ve "Güvenli Bağlanma" isimli kitapları. Tavsiye ederim. 

Anne Olmak


Ulen anne olmadan önce atıp tutmak ne kolaymış be! 
Öyle yüksekten yüksekten konuşmak, ukala tavırlar takınmak, eleştirmek ne kolaymış, nasıl da bedavaymış, bol keseden atmalıymış.
Şu yaşımda, hayatta öğrendiğim en temel bilgi şudur: BÜYÜK LOKMA YE, BÜYÜK KONUŞMA!

Bu sadece anne olmakla ilgili değil tabi ki, ama şu sıralar en çok bu konuya hakimim ne yapayım. O yüzden size son zamanlarda küçük lokmalara bölüp yutmak zorunda kaldığım laflarımdan ve yaladığım tükürüklerimden bahsetmek istiyorum.

Anne olmadan önce: ÇOCUĞUMU ASLA SALLAYARAK UYUTMAM! Beyin travması mı geçirtmek istiyorlar bunlar çocuklarına, şunlara bak!

Anne olduktan sonra: Aşkım bu çocuk uyumuyor, ne yapsak? Sallasak mı? Birkaç ay ayağımda salladım valla, bir süre kollarımda salladım, arada çarşafla salladık, sallıyoruz, olmadı sallanan beşik almıştık ama artık ona sığmıyoruz, neticede her türlü sallama yöntemini itinayla kullandık. Son günlerde kafayı omuza koyup kucakta sallanıyoruz. Hayırlısı.


Anne olmadan önce: BEN ÇOCUĞUMA İKİ YAŞINDAN ÖNCE ASLA TV İZLETMEM! TV bağımlısı olacak çocuk, moron gibi sürekli tv izleyecek, ne fena!

Anne olduktan sonra: Baby Tv arada hayat kurtarıyor. Ne yapayım, wc ye de beraber gidecek değiliz ya. Mecburen o kanal açılıyor, çocuk tv karşısına yerleştiriliyor ve işler hallediliyor. Tamam öyle saatlerce bakmıyor ama 10-15 dk da olsa tv ye maruz kalıyor çocuğum. 

Anne olmadan önce: BEN ÇOCUĞUMA ASLA MAMA VERMEM, DOĞAL BESLERİM. Obez mi olsun bu çocuklar, her türlü hastalığa davetiye.

Anne olduktan sonra: Hastanedeki ikinci günümüzden ek gıdaya başlayana kadarki beş aylık süreçte her gün anne sütüne ilaveten mama yedi. Sezeryan sonrası süt geç geldi, Efe'nin kan şekeri düştü, apar topar mama verdiler. Hastanede alıştı mamaya, sonra da biraz keyfi oldu, biraz da benim işime geldi derken beş ay boyunca mama yedi. Ek gıdayla birlikte mamayı bıraktık şükür. 

Anne olmadan önce: BEN ÇOCUĞUMA ASLA İSİM TAKMAM. 

Anne olduktan sonra: Bazen diyorum bu çocuğun adı neydi yaa :) Şaka bir yana adından başka her şeyi söylüyorum hatta söylüyoruz. Doğru düzgün Efe diyen yok. Mesela;
anneannesi bıldırcınım diyor, dayısı köfte diyor, dedesi aslanım diyor, babası yakışıklım-oğluşum diyor, ben aşkım, bitanem, hayatımın anlamı, tombul bacaklarını ısırdığım, elma yanaklarını yediğim, bakışını sevdiğim, gülüşüne yandığım, ağzını burnunu yediğim, ayağını bacağını ısırdığım...

Ay bu annelik beni benden aldı vallahi. Sizin de var mı böyle asla yapmam deyip de seve seve yaptığınız şeyler?




Bugün

Bugün kendime bir güzellik yaptım :)


Dün pazardan aldığım bu otları bardağa koydum, vazoya çiçek koyar gibi :)
Bakmayın sadece ot dediğime, bence en güzel otlar arasında ilk sıraları zorlar bunlar. 
O ne koku, o ne renk. 
Çok güzeller çok. 
Kim ki onlar? 
Tabi ki Reyhan ve Nane. 
Arkadaki şapşik de Efe :)

O zaman bu gün hepimiz için reyhan gibi mis kokulu, nane gibi ferah olsun. 

Sevgiyle. ..

Gümüş ve Duman


Yağmurlu bir günden merhaba!
Zor da olsa bazı yaramazları öğle uykusuna yatırıp geldim. Bakalım bu yazıyı bitirmeme fırsat verecek mi?

Efe uyuduğu zaman ne yapacağımı şaşırıyorum resmen, iş mi yapsam, kitap mı okusam, geri döndüğümden beri bloga yazı mı yazsam, blog mu okusam bilemiyorum ki şu an yazı yazma isteği galip gelmiş durumda anlaşılacağı üzere :)

Fark ettim ki, Efe doğduğundan bu yana kızların fotoğraflarını çekmez olmuşum, varsa yoksa Efe fotosu olmuş dört bir yanımız :) 

DUMAN

DUMAN

GÜMÜŞ

GÜMÜŞ
Hemen kızların gönlünü almak ve onları merak edenlere bir selam vermek için fotoğraflarını çektim. Sağ olsunlar onlar da poz verdiler bana :)

Kızlarla Efe'nin arası nasıl diye soranlar oluyor. Hemen cevaplayayım. Şimdilik malesef bir araları yok. Gümüş Efe'ye hiç yanaşmıyor, uzaktan kesik atıyor ya da hiç oralı olmuyor. Duman da tam tersi Efe'nin üstüne çıkmaya çalışıyor. Efe de henüz mıncıklama ve yolma aşamalrını geçemediği için Dumanla her yan yana gelişleri yolunmuş tüy fırtınası şeklinde sonlanıyor. O yüzden çok fazla yan yana getiremiyoruz bu üçlüyü. Ama kısa bir süre sonra hayal ettiğim arkadaşlığı kuracaklarından eminim.

NOT: Bu arada fark ettiniz mi, yenilendik biz :) Blog tasarımımı yenileyen ve güzelleştiren Gökhan Tekin'e çok teşekkür ederim. Sizin de varsa kendinize ve blogunuza bi güzellik yapma niyetiniz şu yazıya bir göz atın derim tık tık