Hayat bizi bekler mi ? Beklemez. Kendi kendine akıp gider. Siz ister ona ayak uydurur, onunla beraber yol alırsınız, ister geride kalıp peşinden koşar, yetişmeye çalışırsınız. Ya da hepten koyverip akıp giden hayatın arkasından el sallarsınız.
Normalde insan ayırmam, burun kıvırmam, kimseyi küçük görmem ya da alıp göklere çıkarmam. Yaradılanı severim yaradandan ötürü diycem, o lafı da ismi lazım olmayan bir zat çok kullanıyor, vazgeçtim demiyorum.
Öyle yani, genel olarak insanlarla bir derdim yok. Halden anlarım, kendimi karşımdakinin yerine koyamaya, elimden gelen bir şeyler varsa yardım etmeye çalışırım. Kendi halinde, etliye sütlüye karışmayan bir insanım.
Arada kafamı kaldırıp şöyle bir etrafıma baktığım da oluyor.
O zamanlar sadece güzellikler görsem, mesela ağaçlar, kuşlar, mutlu insanlar, huzurlu hayvanlar, ağlamayan çocuklar... O zaman belki kafamı eğip hayal dünyasına dönmek istemem tekrar. Ya da bu kadar sık kaybetmem kendimi pembe bulutların gölgelediği, turuncu güneşin aydınlattığı, bol köpüklü rüzgarların estiği sokaklarda. Mavi panjurlu evlerin kapılarını çalmam ya da pencerelerden sarkan sardunyaları koklamak için uzanmam. Ama olmuyor işte. Bu dünya böyle gelmiş böyle gidiyor. Kimse mutlu değil. Kimse hayatından yüzde yüz memnun değil. Sokak kedilerine bile gün yüzü göstermeyen insanlar varken nasıl mutlu olunur bu dünyada.